Amin Alayı |
Gözüm ki kana boyandı, şarâbı neyliyeyim?
Şarâbı neyliyeyim?
Ciğer ki odlara yandı, kebâbı neyliyeyim?
Kebâbı neyliyeyim?
Ne yâre yaradı cismim, ne bana, bilmem hiç!
İlâhi ben bu bir avuç türâbı neyliyeyim?
Türâbı neyliyeyim?
Âmin! Amin!"
En önde, rahlesi âguş-i ihtirâmında
Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;
Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,
Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek
Kadar lâtîf, iki ma´sûmu bir açık payton
Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,
Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun
O rûhtan daha sâfi olan yüreklerden,
Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;
Bu cûş-i saffetin aksiyle ta meleklerden
Zemîne doğru bir "amîn!" sadâsıdır geliyor.
Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,
Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,
Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!
Bu bir ketîbe-i ma´sûmedir ki, ey millet:
Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;
Bu bir cenâh ki: Atîde bir ufak hareket
Yapıp cihanları oynatmak iktidârında!
Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak´ta bir gün, bu,
Girer diyâr-ı meâlîye doğrûdan doğru.
Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!
Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,
Yolunda durmaya gelmez. O çünkü durmıyarak
Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;
O çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!
Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâl,
Açar da sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?
Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?
Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan...
Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!
Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,
Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,
Mehîb-manzara bir anlı şanlı gerdûne;
İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,
Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:
- Siz ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,
Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;
Nedir tarîkını kesmekte böyle isti´câl?
Durun, ilerlesin Allâh için, şu istikbâl. |
|